İnsan olarak özümüzde hem yaratıldığımız dünyada hem de kendi iç dünyamızda uyumsuzuz. Uyumsuzluklarımızdan dolayı da mutsuz olmaktayız. Bunun asıl nedeni doğaya direniyor olmamızdır. Doğanın bir büyüsü ve bir dengesi var ve biz insanlar bu dengeyi bozmak istiyoruz mütemadiyen.
Saban yaparak toprağın mahsulüne olan itirazımız, iklimleri değiştirme niyetlerimiz, gece az geldi gündüz fazla olsun direnişimiz, altı saat uyku az on saat çok kavgalarımız tüm bunların hepsi doğanın dengesine ve büyüsüne karşı bizi uyumsuz hale getirmektedir.
İnsan öleceğini bilerek yaşayan, bu dünyaya ait olmadığını bilen aciz bir canlıdır. Dünya, insanlar için cennetten sürüldüğü yerdir. Biz doğduğumuzda günahsız, melek kokan masumluğumuzla cennetten ceza çekmek için sürüldüğümüz bu gezegene geliyoruz ve bu gerçeği unutup dünyayı cennete çevirmeye çalışıyoruz. Aslında bu dünya bizim cehennemimiz ve biz bu dünyayı cennete çevirmeye uğraşıyoruz.
Ancak tek bir insan bile kalmadığında bu dünya rahatlayacaktır.
Zararlıyız ve zararlı olduğumuzu hepimiz biliyoruz. İnsanoğlu yaşamı ve tarihi ile ilgili araştırmalarımda gözüme şöyle bir bilgi takılmıştı;
“Arılar yok olduğunda dünya yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalıyor fakat insan yok olduğunda ortalama yüz yıl içerisinde dünya kendini tamamen yeniliyor.”
Bu düşüncenin gerçeklik payı çok yüksek çünkü insan kendine ve türdeşine azap eden, kin besleyen, intikam alan, acı çektiren hem kendine hem etrafındaki canlılara zarar veren, çiçek açmayan, gül kokmayan, karbondioksiti oksijene çevirmeyen, bir türdür. Bu nedenle bir ideoloji olmadığından dolayıdır ki içinde bulunduğumuz anlam arayışı ve sürekli anlam aramak zorunda oluşumuz çok doğaldır.
Hangi devire giderseniz gidin geçmişten bu güne anlam arayışımız sürekli devam etmiş ve hiçbir değişiklik göstermemiştir. Orman ve mağaralarda yaşadık, bin kuşak boyunca anlam arayışı içerisinde olduk ve sonun bu noktaya geldik. Bir dağda, bir ormanda bir gün bile yaşayamayacak canlılar haline dönüştük. Her daim hakim olma arzusu bizi mutsuzluğa sürükledi. Bu kısmı belki de iyidir. Çünkü hep mutluluk ve sefa peşinde koşsaydık hiçbir sanat eseri de yaratamazdık. Huzursuz ve mutsuzluğumuzun bizi bir nebze olsun sanat da ve üretimde anlam arayışına sürüklemesi iyi bir şey olduğunun küçük bir kanıtı olsa gerek.
Sonra teknoloji ile ilişkimiz başladı.
Sardı dört bir yanımızı ve doğaya başkaldırmamızın en büyük kanıtı oluverdi. Şimdi yaratmak, hükmetmek, kontrol etmek, şartlara uyum sağlamak yerine egemenliği ele geçirip şartları biz oluşturmak istiyoruz. Kıssadan hisse teknoloji hikayemiz; “Biz koşullara değil koşullar bize uysun.”
Koşulları o kadar farklı hale getirdik ki ürettiğimiz yapay zekadan bile korkar hale geldik. Bizi gelecekte robotlar yargılayacak ve doğru nesnel kararları verecekler. Peki o yazılımları yükleyenlerin ön yargıları robotlara geçmiyor mu zannediyorsunuz.
İnsan maalesef ki değişimi sevmez.
Koşulların devamını talep eder. Gerçek anlamda sahip olduğu başarıların çalışmak dışında neden kaynaklandığını bilmez. Bilmediği hiçbir yenilik insan için iyi değil aksine tehdittir. Mesela çok iyi daktilo kullanan birinin yeni gelen bir bilgisayarı reddetmesi, kendi yeteneklerinin sadece daktiloya ait olduğunu düşünmesi, işini kaybedeceği korkusu onu evhamlandırmaktadır. Bundan ötürü de “Alarmizm” akımı yani “Evhamcılık” akımı doğmuştur.
Thomas Edison “Fonograf Makinesini” ilk bulduğu zamanlarda kendisine bu makine ile ne yapılacağı ilk sorulduğunda; “Mahkeme tutanaklarını kaydedersiniz. Ülkemize gelen göçmenlere kendi dilimizi öğretebiliriz,” diye cevaplamış. Ama bu söylediklerinin hiç biri uygulanmamış. Sonra biri çıkıp gelmiş ben bununla şarkı kaydederim demiş. Bu Edison’nun pek hoşuna gitmemiş. “Ben bunun için mi bu kadar uğraşıp bu icadı yaptım,” demiş.
Bir süre sonra bu cihaz müzik dünyasının vazgeçilmezi haline gelmiş. Böyle olunca da bizim “Alarmizm” tekrar ortaya çıkagelmiş. Bu sefer de; “Müzikler kayıttan dinlenilmeye başlanınca insanlar şarkı söylemeyi unutacaklar. Ebeveynler çocuklarına ninniler söylemediği için artık bu gelenek de yok olacak” evhamına kapılmışlar.
Gördünüz mü teknolojiye karşı olan alerjik reaksiyonumuzu.
Geçenlerde makine beraberi üstün teknoloji ile üretilen bir makine takip sistemini makine beraberinde ücretsiz olarak vermek üzere müşterimize teklif gönderdik. Bu takip sisteminin en önemli avantajlarından biri makinenin performansını izleyebilmenin yanı sıra eğer çalınırsa hemen bulunabilmesini sağlamasaydı. Öncelik güvelikti. Müşteri teknolojiyi reddetti ve takip sisteminin makineden sökülmesini talep etti. Nedeni; onu hiç kimse takip edemezmiş. Özgürlüğünü güvenliğinin önünde tuttu da diyebiliriz aslında.
İnsanoğlu bedensel gücünü arttıran tüm teknolojileri bugüne kadar kabul etti fakat şimdiki teknoloji beyin gücümüzü arttırmaya yönelik olduğundan kabul etmekte zorlanıyoruz ve uyumsuzluk yaşıyoruz. Dikkat dağınıklığı yaşıyor ve odaklanamıyoruz. Bir aplikasyondan öteki aplikasyona geçiyoruz. Bunu yaparken yavaşlayan telefondan bile nefret ediyoruz. Beynimizin ötesinde bir şeyler oluyor. Gideceğimiz yöne navigasyonlar karar veriyor.
Yakın zamanda yapay zeka bizlere direk sonucu verecek, düşünmeden sorgulamadan kabul edip o yoldan devam edeceğiz. Beynimizin tüm yükünü cihazlara devredeceğiz tıpkı en yakınlarımızın telefon numaraları gibi.
Zaman ile yarışımızda teknoloji bize yardım edecek, daha fazla zamanınız olacak diye kandırdılar bizi.
Kandırıldık çünkü kalan zamanımızı da teknoloji ile geçirmekteyiz. Profilimizi şekillendirmekten, beni kim like’lamış, kim ziyaret etmiş, kim kime ne yazmış, kim okumuş, kim bakmış, demek ile zamanımızı harcıyoruz. Ama eminim ki yakında yeni bir zümre doğacak ve bu zümre teknoloji ile haşır neşir olmayanlardan oluşacak. Dünya ters işliyor.
Eskiden köylüler GDO’lu ürün ile beslendiğinde şehirdeki üst zümrenin köy kahvaltıları favorisi olmuştu. Ama şimdi köylülerin organik yaşam ile bağlantıları koptu. Şimdi onlar şehirli gibi yaşamaya başladırlar.
Bahsetmiş olduğum teknolojiden uzak kalacak zümre ise üst sınıftan oluşacak, alt sınıf teknoloji kölesi olacak. Üst sınıf ise tüm gün telefonuna bakmayan, kendi halinde doğal bir yaşama yol alacak.
Etrafınıza bir bakın, birçok zengin ve üst düzey yöneticinin gelecek hayallerini sorun bakın size ne söyleyecekler. Ohooo onu biz göremeyiz yaşımız yetmek demeyin. Şu an yazımı okuyan herkes buna şahit olacaktır. Çoğunun Instagram hesabı olmayacak. Sosyal medya ile zaman geçirmek fakir tesellisine dönüşecek. Mahremiyet daha fazla önem arz edecek. Zengin olduğunu ispatlamaya çalışan, erkeklerin libidosunu yükseltmek için orasını burasını gösteren, abaza türlerinin çeşitlenmesine ve artmasına sebep olan orta sınıf eminim ki yok olacak.
Anlamıyorlar önemsemiyorlar her şeyin kaydedildiğini ve takip edildiğini anlamıyorlar.
Bir uygulama yüklerken kamera, ses, kütüphaneniz, resimleriniz için sizden neden izin istiyor zannediyorsunuz ki. Çin polislerin gözünde akıllı gözlükler var, kırmızı ışıkta geçmek, yanlış park, polise karşı gelmek, muhalif şeyler paylaşmak, birine sarkıntılık etmek, taciz etmek her şey için vatandaşa skor yazılıyor. Kötü şeyler puanınızı düşürüyor, iyi şeyler puanınızı yükseltmenizi sağlıyor. Kusurlu bir hareket yaptığınızda sokak billboard’larında resminizi görebilirsiniz. Anında teşhir ediliyorsunuz. Puan belli bir sınırın altına düştüğünde hayat sizin için daha kötü hale geliyor. Puan yükseltene kadar, otobüse veya trene binemiyorsunuz ve bir çok sosyal imkandan faydalanamıyorsunuz.
Teknoloji yakın gelecekte bizi etik tartışmaların yoğun olacağı bir döneme sürükleyecek. Gerçeklikten iyice kopacağımız bir döneme gireceğiz. Mesela sanal gerçeklik gözlükleriyle insanlar istedikleri insanla sevişebilecekler. Fantazilerini yaşayabilecekler. Zaten insan hiçbir zaman gerçeğin peşinde olmamıştır. Etrafımızda hayal bir dünya kurar ve o hayalin içinde yaşarız. Sanal gerçeklik bize tüm bu hayalleri sınırsızca yaşamayı sunacak.
Google’ın cardboard diye bir ürünü var. Bir gözlük düşünün sanal gerçeklik gözlüğü. Afrika’daki çocuklar bu gözlüğü takıp Avrupa’daki istedikleri her müzeyi sanal olarak ziyaret edebiliyorlar. Çok enterasandır ki aynı gözlükle insanlar, Porn Valley’de gerçekleştirmek istedikleri tüm seks fantezilerini sanal gerçeklik ile deneyimleyebiliyorlar ve hatta eğitim bile alabiliyorlar.
Sonuç olarak dünya insanoğlunun doğasını eşsiz bir hızla değiştiriyor. Gizli olan her şey açık açık yaşanıyor ve kalıcı izler bırakıyor. Neyin doğru, neyin yanlış olduğu bilinmez halde. Hızlı zaman akışı ile hayatımızı tüketiyoruz. Vitrin bazlı yaşam depresyon oranını arttırıyor. Büyük problemler kolay aşılırken küçük problemler içinde boğuluyoruz. Gördüğümüz şeyler bizi cezbediyor, özeniyor ve çok fazla kıyaslıyoruz.
Uyumsuz insanoğlu ile fakir tesellisi sosyal medyasına bayılıyorum…
2024 © Mustafa Çağa.