Umut; olması beklenen veya olacağı düşünülen şey, yani ümit, yani senin, benim, bizim için anlam ifade eden hayallerin bütünü. Kaybetmesi en kolay ve tutunması en zor duyguların çıktısı.
On iki yaşında idim, ulaşmak için önüme koyduğum hedeflerime, yaşadıklarımdan yola çıkarak ve yaşananları gördükçe pay biçiyor, zaman geçtikçe de hayallerimi büyütüyordum. Benim için zor ve sıkıntılı görünen konuları, o yaşımda hayatımı şekillendirmeye başlamışken, kimseyle paylaşmama duygusu bana ağır bir yük getirmişti. Günlerce ve gecelerce kafama taktığım problemlerin aslında, yıllar sonra dönüp baktığımda, hiçbir anlam ifade etmediğini görmüştüm. Bunun yaş ile hiç alakası da yoktu aslında. Yani yirmi yaşında bir insan ile yetmiş yaşına gelmiş bir insanın, geçmişe dönüp baktığındaki duyguları birbirine çok yakındır. Çünkü ikisi için de zaman geçmiştir artık.
Hepimizin parmak izleri birbirinden farklı, tıpkı bedenimiz gibi. Tıpkı bedenimiz gibi düşüncelerimiz, hayallerimiz, karakterimiz, kaderimiz de birbirinden tamamen farklı. Terzinin sana iyi bir kıyafet dikebilmesi için senin beden ölçülerinin yanında duruşunu, oturuşunu, yürüyüşünü de bilmesi gerekir. Sen bunları terziye iyi bir şekilde gösterebildiysen terzi senin yanından giderken sana umut verir. Hayat da böyledir işte. Sen yalın hali ile anlatabilirsen hayata, yaşamak istediğin hayat için seni umutla besler. Gerçekten, inanarak yaşaman için sana fırsatlar sunmaya başlar.
Sen kalbindeki iyi niyet ile yolda olduğun sürece senin önüne fırsatlar sunacaktır hayat. Kabul ederse hayat seni kendi benliğine, her geçtiğin yolda başarmanın özgüveni ve mutluluğu ile yenisi için heyecan duymaya başlarsın.
Çocuktum.
Gecekondudan bir evde oturuyorduk. Ekonomik anlamda bizden daha vahim durumda olan bazı komşuların başarısı konuşuluyordu evde. “Evde yiyecek ekmekleri yokmuş ama çok çalışkanlarmış.” Çalışmak ile evde ekmek olmaması arasındaki bağlantıyı yıllarca kuramadım.
Ortaokuldaydım.
Bizim zamanımızda adı öyleydi. Daha birinci sınıfa başladığımda karnemde sınıfta kaldı yazısını görünce babam beni okuldan alacağını söyleyip meslek ve çıraklık okulu diye bir yere götürmüştü. Okul müdürü bana bölüm seçmemi söyledi. Seçenekler; marangozluk, demircilik, elektrikçilik ve televizyon tamirciliğiydi. Dört meslek seçeneği sunmuşlardı benim için sağ olsunlar. Okul müdürü de benim üzgün olduğumu görünce; “Üzülme meslek sahibi olacaksın, altın bir bilezik olacak elinde,” diye sürekli olarak kulağıma mırıldanıyordu.
Şunu da belirtmeliyim ki son on yıldır sınıfta kalan bir çocuk dahi işitmedim. Her çocuk gibi televizyon izlemeyi sevdiğimden olsa gerek ki televizyon tamirciliğini seçmiştim. Hemen öğleden sonra da bizi çalışacağım yere götürüp tanıştırdılar. Hiç mi hiç mutlu değildim. Hayata karşı umudum hiç kalmamıştı. Eve döndüğümde anneme; “Ben okuluma devam etmek istiyorum, bir sene daha okurum,” diye yalvarıyordum. Babamı ikna etmiş olsa gerek, çıraklık konusu bir daha evde hiç açılmadı. Sadece bir akşam yemeğinde onlara, kendi kararlarımı kendim vereceğimi ve beni bu konuda desteklemeleri gerektiğini söylediğimi az buçuk hatırlıyorum.
İşin özünde, yaz tatili olduğu için ben de çalışmayı çok istiyordum. Çalışmayı her zaman çok sevmişimdir. Ramazanda mahallenin pideleri benden sorulurdu. Bir de bisikletlerin lastiklerini hep ben tamir ederdim. Caddede gezerken dükkanların camlarına bakıyordum. Küçük kardeşim bana bir eczanenin camında “Çırak Aranıyor” yazdığını söyledi. Annem ile birlikte eczacının yanına gittik. Zaman zaman ilaçlarımızı da oradan temin ederdik. Eczacı beni sevmişti. O gün başlayacağım eczanede altı yıl çalışacağımı hiç tahmin bile edemezdim. Hatırlatayım bir hafta öncesinde hayatım yıkılmış ve umudum tükenmişti diye kıvranan ben artık kendimi daha iyi hissediyordum.
Üç sene olan ortaokulu dört buçuk senede zorla bittirdim.
Lise
Çok zeki olduğumu hiç düşünmüyordum. Liseye başladığımda ilk yarı dönemde bir veli toplantısı yapıldı. Tüm veliler bir sınıfta biz öğrenciler de sınıfın kapısının önünde bekliyorduk. Önce öğrencinin ismi okunuyor, ardından da herkesin önünde öğrencinin karnesi ve davranışları hakkında yorumlar yapılıyordu. Ben de ismimin okunmasını bekliyordum ama benim durum pek iç açıcı değildi zaten. Beden eğitimi ve müzik dersi hariç, din dersi dahil hepsinde notlarım çok kötüydü. Öğretmen benimle ilgili konuşmaya başladığında o kadar insanın içinde annemi düşürdüğüm durum çok acıydı. Kapının önünde annem beni gördü, gözleri dopdoluydu, hiçbir şey demedi öylece ayrıldı okuldan ama eminim ki kapıdan çıkar çıkmaz bırakmıştır kendini.
Elbette ki ben de çok üzülmüştüm ve bu son olmalıydı. Akşam eve gittiğimde annem benimle hiç konuşmadı. Benim de konuşmaya yüzüm yoktu zaten. Bu durum birkaç gün sürdü. Ortalık artık sakinleşmişti. Mutfakta yemek yapıyordu.
“Sana söz veriyorum benim yüzümden bir daha hiç azar işitmeyeceksin ve seni hiçbir zaman utandırmayacağım,” demiştim. Ana yüreği kabul edecek tabi ki ne yapsın, “Sana inanıyorum oğlum,” demişti.
Başarmak zorundaydım.
Kendimdeki eksikliği bulmak ile başladım.
Neden başaramıyordum?
Sadece çalışmak yeterli miydi?
İlk bulduğum iyi bir dinleyici olmadığımdı. Öncelikle bunu çözmeliydim. Lise ikinci dönem başladığında ilk gün okula giriş şeklim bile bir başkaydı. İlk hafta dersi nasıl dinleyeceğim ve anlatılanları nasıl not alabileceğim konusunda rehberlik öğretmenimden destek aldım. O “başarısız” diye anılan çocuk gitti artık. Sene sonu toplantısında annem dahil tüm veliler şaşkındı. İkinci dönemin birincisi bendim. Liseyi de derece ile bitirmiştim. Ardından iyi bir üniversiteye başladım, sonra yüksek lisansımı tamamladım. Şimdi doktora yapıyorum.
Tüm bunları yapmak için çok çalıştım, iyi dinledim, niyetimden hiç sapmadım çünkü ben bir anneye söz vermiştim.
Diğer yandan eklemek isterim ki son zamanlarda, çocuklarının başarı durumu ile ilgili endişeleri olan aileler ile çok karşılaşıyorum. Sınavlarından düşük puan aldıkları için çocuklarından çok onlar üzgünler. Onlar için önerim; çocuklarınıza kendilerini keşfetmeleri konusunda fırsat verin. Yani çocuklarınızı, kendilerinin umut terzisi olmaları konusunda cesaretlendirin. Eğer kendiniz bunu yapmakta zorlanıyorsanız dışarıdan destek alın. Çocuklarınızın eğitimine yaptığınız yatırımı kendiniz için de özenerek yapın. Böylelikle onlar da sizi örnek alacaklar ve kendilerini geliştirmeye çalışacaklardır.
Umarım bu yazım evladının başarısı ile ilgili kaygısı olan tüm anne ve babalara ulaşır.
2024 © Mustafa Çağa.