Seçim Sanatı

Seçim Sanatı

Seçim Sanatı

Seçiyoruuuummmm!!! Seeeeççtiiimmm!!!

Hayata gözlerimizi açtığımız andan itibaren önümüze bir çok seçenek gelir ve biz bu seçeneklerden birini kabul ederek hayatımızı devam ettirmek durumunda kalırız. Dillere destan olmuş söz ile başlayalım yazımıza:

Her seçiş bir vazgeçiştir.

Her seçimimiz aynı zamanda vazgeçişlerimizi de anlatır. Peki seçenekler nasıl olmalı, nasıl kolay seçim yapabiliriz, ve seçim yaparken nasıl bir yol izleriz?

Seçenekleri insanların nasıl değerlendirdiği, neleri ön planda tutarak seçimlerini gerçekleştirdiği ile ilgili toplum bilimcilerinin yapmış oldukları birçok çalışma mevcut. Teknolojinin gelişimi ve küreselleşme, avantajlarının yanı sıra, maalesef ki önümüze çok fazla seçenek gelmesine neden olmakta ve aşırı seçenek yüklenmesi yaşamaktayız. Bunun ne kadar iyi ya da kötü olduğunu saatlerce tartışabiliriz.

Hepimiz hayatımızı etkileyecek olan konular ile ilgili yapacağımız seçimlerdeki değerlendirmelerimizi daha ciddiye almakta, ince eleyip sık dokumaktayız. Sunulan seçeneklerde hayati önem taşıyan konularda tercihler yapma durumu zaman zaman bizleri zorlayabilir. Fakat durum öyle bir noktaya geldi ki günlük yaşamımızdaki seçimlerimizde bile, aşırı seçenek yüklenmesinden dolayı, sıkıntılar yaşar hale geldik.

Kendimden örnek verecek olursam.

Bir hamburger büfesinde sipariş verirken resmen kriz yaşayanlardanım. Altı çeşit ekmek, dört çeşit peynir (bu arada peynire alerjim var), on beş çeşit malzeme, yirmi çeşit sos. Matematik dersindeki binlerce kombinasyon önümde duruyor. Hamburger almak gibi basit bir eylem bile kapitalizm sayesinde karmaşık ve zor bir hale dönüşüyor. Sadece bundan dolayı bazı markalardan uzak duruyorum.

Bir de bunun yemek sonrası kahve hikayesi var.

Yeni açılmış bir kahveciye giriyorum. Mocha, macchiato, latte, frappe, cappucinı v.b. onlarca kahve var. Hadi kahveyi seçtin, bir de boy seçimi ve ekstra seçenekler var. Yüksek fiyatlarından bahsetmiyorum bile. İki saat panoya bakıyorum, düşünüyorum, karar vermeye çalışıyorum, sıra hızlı gidince heyecanlanıyorum, sonra ağzımdan ilk ne çıkarsa onu içiyorum. Kahve zincirlerinin Türkiye’ye ilk geldiği zamanlarda kahve isimlerini bilip, önümdeki sırada mükemmel İngilizcesi ile “Fresh filtre coffee with milk but no sugar,” diyenleri gördükçe içim ürperiyordu. Sonra ben de yaptım aynısını, sütlü filtre kahveye Misto deniliyormuş onu öğrendim. Yanımdaki arkadaşlarım sipariş veriyor sütlü filtre kahve diye, ben de Misto diyorum. Soramıyorlar da bana “Misto ne?” diye.

Çok garip değil mi? Bilmiyorum kardeşim bu ne desen, ne olur ki sanki? Veya sipariş verirken listedeki bir ürünün içeriğini sorsan anlamadığını söylesen ne olur ki? Ne mi olur? “Kahve kültüründen yoksun cahil,” mi derler sana? Yahu emin ol onların da çoğu bilmiyor, hatta sipariş alan da birkaç ay önce öğrendi. Neyse ki yıllar geçtikten sonra herkes bağımlısı olarak öğrendi bu işi.

Eskiden bira olarak “tombul şişe” gelirdi önümüze, başka seçenek de yoktu zaten.

Ben bira sevmem ama içenlerde de hep tombul şişe görürdüm. Şimdilerde bir bara giriyorsunuz, 25 sayfa içki menüsü, kullanım klavuzu gibi, bir de garip isimler var. Anlamak için büyük çaba sarf etmeniz gerekiyor. Hiçbirinin de ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz. Garson gelip soruyor; “Karar verdiniz mi?” diye, daha menünün yarısına bile gelmemişken. Adam yarım saat kadar sonra tekrar geliyor, siz de iki filtresiz söylüyorsunuz.   En baştan söyleyecek olduğunuz şey için sizi yarım saat oyalayan seçeneklerle dolu müthiş menü. Halbuki o sırada bu kadar seçenek olmasa zaten birer şişe devirmiştiniz. İşletmenin zararına bak.

Çoğu Zarar, Azı Karar mı?

Muhtemelen çoğumuz çok fazla seçeneğin kararsızlık ve sıkıntı yarattığını kabul etmişizdir. Fakat hiç seçenek sunulmamasının da kötü olduğunu anlamışızdır. En iyisinin az sayıda ve net seçenekler olması olduğunu da ikna olmuşuzdur. Buraya kadar hepsi normal ama ben bunun normalliğinden pek emin değilim. Doktora başvurularımı yaparken sadece iki üniversiteye başvurmuştum. Bunlardan bir tanesi beni hemen kabul etmişti. Diğer okuldan belirtilen süre içerisinde cevap gelmediğinden beni ilk kabul eden üniversiteye kayıt yaptırmak durumunda kalmıştım. Yani iki seçeneğim olmasına rağmen hiçbir tercih yapma hakkım kalmadan beni ilk kabul eden üniversiteye gitmiştim. İkisi de kabul vermiş olsaydı hangisini seçerdim bilmiyordum fakat. Bu konu üzerine en az elli telefon görüşmesi ve en az yirmi arkadaşımın kafasını ütüleme aksiyonlarımdan geri kalmayacaktım.

ÖSYM tercihlerinde de durum öyle değil miydi?

Aldığın puan karşılığında yüz tane bölüm ya da fakülte olmuyordu. Bunu hemen hemen en iyi beş, on arası seçeneğe indiriyorduk. Hangisini seçeceğimizi düşünürken çok zor bir süreçten geçiyorduk. Stresten uyuyamıyor ve tercih danışmanlarını da zengin ediyorduk. Yani seçeneklerin az olması durumu kolaylaştırmıyor. Tam tersine bazen az seçenek arasında kalmak daha zor olabiliyor. Fakat dışarıdan bir müdahale seçeneklerinizi bire düşürüyorsa siz de kurtulmuş oluyorsunuz. Tek seçenekte kaldığımız, mecbur kaldığımız, zorlandığımız durumlar olduğunda “Bunun tam tersi olsaydı nasıl olurdu?” sorusunu sorarak kendinizi rahatlatabilir ve doğru analizi yapabilirsiniz.

Aşk

Modern yaşam içerisinde herhangi bir engel ya da planlamaya dayanmadan karşılıklı anlaştığımız kişiler ile arkadaşlık edip birliktelik kurarız. Bu günlerde aşk, serbest dolaşımlı bir flört piyasasında gezinmekte. Geçmiş zamanlarda bu işler çöpçatanlar aracılığı ile yürütülürdü. Şimdilerde ise serbest dolaşımlı flört piyasasında akıllı bireyler, en doğru partnerini bularak, en uyumlu ve en mutlu evlikleri yapıyorlar. Diğer modelde tercih hakkınız, çöpçatanın size önerdiği birkaç seçenek ile sınırlı olduğundan faydayı maksimize etme şansınız düşük olmaktaydı.

Üniversitedeki büyük aşkınız “Merve” ile dillere destan bir düğün ile evlendiniz. Her şey hayal ettiklerinizin ötesinde gerçekleşti. Biyolojik faktörlerin etkisi ile zamanla duygularınız körelir ve aşkın büyüsü tüm doğallığı ile birlikte kaybolmaya başlar. İlk kavganızda “Keşke Ayşe ile evlenseydim, o daha iyi bir insandı,” diye düşünmeye başlarsınız. O zamanlarda başka bir seçenek de vardı çünkü. Aynı zamanda aklınıza, Ayşe’nin yanı sıra sosyal mecrada da sizin için bir çok seçenek olduğu gelir. Ömrünüzün sonuna kadar ilk seçenekte kalacaksınız diye bir kural da yok zaten. Başlarsınız bu noktadan sonra dövünmeye. Sancılı süreçler size hoş geldi.

Şimdi de tam tersini düşünelim ortalama otuz yaşına gelmiş evlenmek isteyen birisiniz? “Bu benim galiba” söylenmelerinizi duyar gibiyim   Fakat flört işleri de sizin için şimdiye kadar pek yolunda gitmemiş. Aile ve arkadaş çevresinin desteği ile birisiyle tanışıp gönül rızası ile evlendiniz. İlk zamanlarda duygusal bir bağınız olmasa da birliktelik fikri birbirinize alışmanızı sağlıyor. Birkaç yıl sonraki ilk kavganızda ne yaparsınız? Tabi ki herkes kendine özgü tepkisini gösterebilir fakat “Ayşe daha iyi idi” diyemez. Çünkü Ayşe olmadığı için gönül rızasına kalmıştınız. Fikrinizi değiştirecek veya aklınızı karıştıracak biri yok. Bundan dolayı evlilik kurumunu sürdürmek için tavizler vermeye, anlaşmak için çaba sarf etmeye başlarsınız. Seçenek azlığı artık sizi mücadele etme noktasına getirmiştir.

Bir çok bilim adamı, seçenek çokluğunun psikolojik stres yaratarak insanları mutsuz ettiği sonucuna varmaktadır.

Bu strese maruz kalmak istemeyen insanların çoğu hep aynı ürün ve hizmeti satın almakta, diğer bir çoğunluk ise hizmet ve ürün almaktan vazgeçmektedir. Bunun bir nedeni pişmanlık ile bağdaşmaktadır. Yanlış tercihinden dolayı pişmanlık duymak istemeyenler ya tercih yapmıyor ya da başkalarının onlar adına tercih yapmasını kabul ediyorlar/istiyorlar. Diğer bir sebep ise saatlerce haftalarca bir ürünün özelliklerini araştırıp, kafa yorup vakit kaybetmek istemiyorlar. En iyisi olması gerekmiyor, yeteri kadar iyi ise de alıyorlar.

Satışta da seçenek fazlalığı özgürlük değil ıstırap haline dönüşmektedir.

Aşırı seçenek yüklenmesi satışları düşürücü bir etki yarattığından sistemin de işine gelmemektedir.

Dünyaca ünlü teknoloji devlerinden biri, bu durumu çok önceden öngörmüş olsa gerek, en etkili ve sade seçenekler ile ürünlerini müşterilerine sunmaktadır. Telefon almayı kafanıza koyduysanız mesela üç seçeneğiniz var; 32 gb, 64 gb, 128 gb. That’s all   Kafa karışıklığına hiç mahal yok. Öğrenciye 32gb, beyaz yakaya 64 gb, zengine de 128 gb.

Laptop alacaksanız da durum aynı, alternatifler belli. Baz bir model var. Yükseltmek isterseniz de bir kaç yüz dolar ekler belleği arttırabilir veya sabit diskinizi değiştirebilirsiniz. Yani seçiminiz çok basit bir şekilde maddi durumunuza bağlı olarak değişiklik gösterir. Başka bir markaya gitseniz kafayı yersiniz. Modelleri öğrenmeniz en az bir hafta, siz öğrenene kadar yeni bir model de kesin çıkacaktır zaten.

Yeni evlenenler çok iyi bilirler, teknoloji mağazasından bir LCD televizyon almanın nasıl bir zulüm haline dönüştüğünü. Bir buzdolabı seçiminde, kaç yuva daha kurulmadan yıkıldı acaba? 

Fotoğraf makinelerine hiç girmiyorum, zaten orası tamamen muamma. Yok birinin zoom’u dijital, diğeri analog, birinde blue tooth var diğerinde yok, bakar bakar durursunuz.

Teknoloji bölümü hepimizi zorlar. İddia ediyorum ki bir süre sonra da siz de vazgeçersiniz satın almaktan.

Hayat somut veya soyut seçimlerden ibarettir.

Bu örneklerin en küçüğü/en büyüğü veya en önemsizi/en önemlisi, hemen hemen hepsi, farkı olmaksızın aynı şekilde psikolojinizi olumlu veya olumsuz yönde etkilemektedir.

Ama önemli olan, kendi ayak izinizi bırakabileceğiniz ve vazgeçtiklerinize değecek seçimler yapmanızdır.

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere…

 

2024 © Mustafa Çağa.