Defalarca yazdım ve sildim, içimden gelerek yazdığım satırların arasında geçen duygularıma yazık ederek. Bu da benim ruh, beden, mantık üçgenimin çatışması mıydı acaba?
Başkasına anlatmaya çalışırken kendi içimde bulduğum kaostu bu. Karar ver, aniden ve nedensiz veya anlamsız bir şekilde vazgeç. Ruh başka bir şey diyor, beden başka bir şey istiyor, mantık ise ikisi arasında çatışmaya giriyor.
Peki gerçekten biz ne istiyoruz, kime göre, neye göre karar veriyoruz? Neden her kararın arkasında bir dayanak arıyoruz? Bir konu hakkında karar verirken hangi yanımızın baskısı altında kalıyoruz? Ve neden bazen aniden karar verip vazgeçiyoruz, sonuçlarının bedelini ödeyeceğimizi bile bile.
Lise yıllarında ilk gözlemimdi, bir kıza çıkma teklif ederdin, arkadaşlarına da bir sorar onay alır, öyle kabul ederdi senin teklifini. Yani onun kararından ziyade arkadaşlarının kararının önemli olduğunu bildiğinden, önce onun arkadaşlarına kendini sevdirmen ve kabullendirmen gerekirdi.
Buna benzer bir yöntemle başlayan ilişkilerin, etkileşimin çoğunun hüsran ile sonuçlandığını yıllarca görmedik mi? Şu anda dahi, bir okulu seçerken, bir işi seçerken hatta bir kıyafet seçerken bile hep onay almaktan bıkmadık. Konfüçyüs’ün sözleri arasında beni en çok etkileyen, kulağımda çınlayan çok güzel bir sözü vardır ve aslında hayatın sırrını da içinde barındırmaktadır. “Çok kişiyle konuş, az kişiyle düşün ve tek başına karar ver.”
Herkeste farklı olarak kendini gösterse de belli bir yaşımıza kadar kendimizi diğer insanlardan özel hissetme gibi bir durumumuz oluyor.
Karşımıza çıkacak olan fırsatların davul zurna ile geleceğini düşünüp bekliyoruz. Ama hiçbir zaman öyle olmuyor, olmadı, olmayacak. Bazen de fırsat treni ben geldim diyor, istasyonda sirenlerini çalıyor fakat biz hazır biletimiz de varken binmiyoruz.
Neden mi? Ne yazık ki arkasına sığındığımız konfor alanlarımız, yaşadığımız sudan çıkma korkumuz, kendimize olan güvenimiz ve kaybetmek istemediklerimizin koyduğu engeller. Geçmişe dönüp baktığımızda kararlarımızı alırken yanımızda olan fakat sonrasında bizi terk eden, bizi yarı yolda bırakanların bıraktığı izler.
Şimdi dönüp baksan geçmişe, kime sorardın, kimden onay alırdın, kimi dinlerdin? Yalnız kaldığında bile ruh, beden, mantık karmaşası içerisinden çıkamıyorken kimden fayda bekler, kimden medet umardın? Kimseden değil mi? Yaşamının her anında özgürce karar almak ve özgürce yaşamak isterdin. Kendi kararlarını vermek ve o kararların yaşatacağı her şeye amenna demek isterdin.
Diğer yandan kararlarının sonucu biraz puslu olsa da çok belirgindir aslında.
Bir temel kazdığını düşün mesela, yaşadığın yerde çok gürültü olmasın istersen müstakil bir ev yaparsın, etrafında kavga, telaş, çatışma olmaz, kimseyle sıkıntı yaşamaz, komşularla atışmaz, rekabet etmez, kuralları sen koyar ve sen uygularsın. Yok ben biraz yükseğe çıkayım dersen eğer, temeli biraz daha derin kazarsın, bir apartman dairesi dikersin, eskisinden daha kalabalık daha gürültülü, biraz daha fazla atışmalı hayatın olur. Bu da bana yetmez benim hedeflerim büyük gökdelen yapacağım, daha da yüksekte olacağım dersen eğer, büyükçe geniş bir temel açmak için yardım alırsın, gökdeleni dikmek için sabredersin, daha çok çalışırsın, daha çok enerji harcarsın. Bittiğinde daha kalabalık, daha fazla çatışma ve gürültü içerisinde bulsan da kendini zirvede olursun. Ama unutma ki en önemlisi bu kararı sen vermelisin.
Gitmek istiyorsan git, sevmek istiyorsan sev, bırakmak istiyorsan bırak, vazgeçmek istemiyorsan vazgeçme, kazanmak istiyorsan buna çalış ve emek ver. Kararlarını kendin verdiğin sürece seni hiç bir şey yanıltmayacak, yormayacak, üzmeyecek ve sen ruh, beden ve mantık üçgeni çatışmasından galip çıkıp istediğin hayatı yaşayabileceksin.
2024 © Mustafa Çağa.